İZMİR

2 Ağustos 2008 Cumartesi



İZMİR


K
onya seferimizden bir hafta sonra soluğu İzmir’de aldık yine bir iş vesilesiyle. Aradan bir hafta geçmesine rağmen soğuktan sıcağa bariz bir geçiş yaşadık. Mart ayında tişörtle gezmeye alışık olmayan İstanbullular için süper bir hava ile karşıladı İzmir bizi.

TOPÇU




İzmir’e gitme sebebimiz olan rutin işlerimizi hallettikten sonra akşam yemeğini nerede yiyeceğimizin planını yaptık.Bizden bir gün önce İzmir’e gelen arkadaşlarımızın deneyip memnun kalmaları sonucunda Topçu’ya gittik, zaten İzmir’de yemek diyince akla ilk gelen yerlerden biri. Topçu’ya gidip de ne yenir sorusuna “e tabii ki Çöp Şiş “ olacaktır cevap.





Çöp şişlerimizi,mezelerimizi,ara sıcaklarımızı söyleyip beklemeye başladık. Adına yakışır şekilde küçük küçük kuşbaşıların gerçek çöp şişlere geçirilmiş görüntüsüyle doyurucu bir tabak geldi. Görüntüsüne ve namına yakışır şekilde bir tat bırakıyor damağınızda.








Genellikle şehrin dışında karayollarının üzerinde dillere destan lezzet merkezleri vardır ama şehrin içinde aynı tadı verebilen böyle yerler bulabilmek pek kolay değildir. Lokantada birbirleri arasında telsizle irtibat kuran bir servis ağı ile çalışıyorlar.Böylelikle istediğiniz siparişi her garsona tek tek söyleme gereksinimi duymuyorsunuz.




Not: Fotograflar için Sametcan kardeşime çok teşekkürler.






KUMRUCU ŞEVKİ




İstanbul’a dönüş yoluna çıkmadan önce İzmir’in o güzel -sevene ayrı bir beğeniyle kendini özleten- Kumrusunu yemek için Karşıyaka-Bostanlı’daki Kumrucu Şevki’ye gittik. Herkes “niye Çeşme yoluna gitmediniz” diye sorup oradaki şubeyi önerse de,biz Çeşme yoluna girersek İstanbul’a dönemeyeceğimizi bildiğimizden Bostanlı’daki şubesine gittik :))






Süper Kumrularımızı söyledik [bekleme faslı biraz uzun sürebiliyor tost söylemeye benzemiyor,ilk kez yiyecek olanların aklında olsun.]







Kumrunun boyutuna aldanıp da bu bana yetmez demeyin,çok açsanız iki tane yemeniz muhtemel olabilir ama bir tanesi gayet yeterli olabiliyor. ikinciyi söyleyecekseniz birincinin sonlarına doğru siparişini verin.Süper içerikli kumrularımızla bir güzel kahvaltımızı yaptık.Kumru üç öğün de yenebilir, kahvaltı ya da akşam diye ayrıştırmak doğru olmaz .Hatta gece midesi kazınanlar için birebir gelecek bir nimet .







Kumrunun tüm güzelliği ekmeğinde.Tarihçe olarak baktığımızda İzmir’den çıkan bir lezzet,ardından Çeşme’ye gidip orada kömür ateşiyle kavuşup bugünkü şekline kavuşmuş.İstanbul’daki gibi sandviç ekmeğine yapılmıyor, arasında dağlar kadar fark var. Bu yüzden, “kumru seviyorum” diyebilmek için kumruya adını veren o eşsiz ekmeğiyle yemenizde fayda var.












KONYA

5 Mayıs 2008 Pazartesi




KONYA


Blogumun ilk yazısı olarak yaşadığım şehir olan İstanbul’da bulunan bir mekandan başlamak yerine yakın tarihte yaptığım şehir dışı seferlerini yazmaya ve bunun ilki olan Konya deneyimini paylaşmaya karar verdim .Mart ayının başında Konya’da bulunma imkanım oldu. Şehirleşme olarak oldukça beğendim Konya,namını çok duyup da herkesin yerinde yemelisin dediği etli ekmeğiyle ve fırın kebabıyla bende oldukça yer etti.Konya’da yabancı gibi kalmadık.Her şey yerli yerinde ve her şeyi kolayca bulabiliyorsunuz.Tabi benim avantajım 2 sene Konya’da okumuş olan arkadaşımın yanımda olmasıydı.
Etli ekmek konusunda Konya’ya benden önce gelmiş olan ya da orada okuyan tüm eş dosttan fikirlerini aldım.Oradaki yerel halkla da konuştuğumda bir kaç isim ortaya çıktı.Bunlardan birini seçmemiz gerekiyordu.Adımbaşı gördüğümüz etli ekmek yazıları arasından lokanta seçmek pek kolay olmuyor .Çok sevdiğim,damak tadına da çok güvendiğim bir ağabeyimin de tavsiyesi üzerine kararımızı verip Cemo’ya gittik .

1988’den beri faaliyet gösteren lokanta;Selçuklu Nalçatı ve Meram olmak üzere iki şubeden oluşuyor.Biz Nalçatıdaki şubesine gittik.Selçuk’ta okumuş olan arkadaşım olaya hakim olduğundan hemen ortaya etli ekmek ve konya böreği söyledi. Ben ikisini de başarılı buldum. Diğer tüm alternatifleri tatma imkanı bulmadım ama Cemo tatmin edici nitelikte .Bir diğer takdir toplayan etli ekmekçi ise “Havzan etli ekmekçisi” ,ama ona gitmek kısmet olmadı.O da Konya’ya bir dahaki gidişimde...




Konya’ya gidip de kesinlikle uğranılması gereken lokanta neresi denirse;cevabım kesinlikle HACI ŞÜKRÜ olur .1907 yılında kurulan bu tarihi lokanta dillere destan bir kebaba sahip.Kocaman bir tencere içerisinde Konya’nın kendine has kuzularının en güzel yerlerinden yapılan kebap ortalama 5 saate pişiyor .Arkadaşlarımla İstanbul’a dönmeden önce,tatlıyı sona saklarcasına Hacı Şükrü’ye attık kendimizi.




Gittiğimizde giriş katında yer kalmamıştı.Günlerden Pazar ve saatin 12.00 olduğunu düşünürseniz Konya için ne kadar önemli bir lokanta oldğunu anlatabilirim.Üst katında zaten sizi ilk olarak sol taraftaki fırın ve onun başındaki Adem Usta karşılıyor.Tüm çalışanlar son derece misafirperver bir şekilde sizinle ilgileniyor.Aşağıdaki salona yöneliyoruz.İyi ki de üst katta yer yok dedirten,süper el emeği göz nuru cinsinde özenle toplanmış bir müze karşıladı bizi.Müze diyorum çünkü yemek gelene kadarki kısa zaman içerisinde salondaki hangi tarihi eşyaya bakacağınızı şaşrıyorsunuz..


Porsiyonu kendiniz belirliyorsunuz yani ne kadar yiyebileceğinize bağlı.Fırın kebabını anlatabilmek için kelimeler yetmez.Muazzam lezzetli ve ağızda dağılan bir et.Kesinlikle tüm övgüleri hak ediyor.



Bir o kadar da takdir edilmeyi hak eden kendi yapımları olan ayran.Kesinlikle fırın kebabıyla birlikte içmenizi tavsiye ediyorum .Yoğurt ve ayran konusundaki seçiciliğime güvenerek söylüyorum ki çok lezzetli,hatta çıkarken fazladan 2 tane şaşala koydurup aldım yolda giderken içmek için :)



Not : İlk yazımı hazırlamamda bana yardımcı olan ve bundan sonraki yazacağım yazılarımda da Editörlüğümü yapacak olan sevgili adaşım Burak Yıldıracak 'a sonsuz teşekkürler...