Blogumun ilk yazısı olarak yaşadığım şehir olan İstanbul’da bulunan bir mekandan başlamak yerine yakın tarihte yaptığım şehir dışı seferlerini yazmaya ve bunun ilki olan Konya deneyimini paylaşmaya karar verdim .Mart ayının başında Konya’da bulunma imkanım oldu. Şehirleşme olarak oldukça beğendim Konya,namını çok duyup da herkesin yerinde yemelisin dediği etli ekmeğiyle ve fırın kebabıyla bende oldukça yer etti.Konya’da yabancı gibi kalmadık.Her şey yerli yerinde ve her şeyi kolayca bulabiliyorsunuz.Tabi benim avantajım 2 sene Konya’da okumuş olan arkadaşımın yanımda olmasıydı.
Etli ekmek konusunda Konya’ya benden önce gelmiş olan ya da orada okuyan tüm eş dosttan fikirlerini aldım.Oradaki yerel halkla da konuştuğumda bir kaç isim ortaya çıktı.Bunlardan birini seçmemiz gerekiyordu.Adımbaşı gördüğümüz etli ekmek yazıları arasından lokanta seçmek pek kolay olmuyor .Çok sevdiğim,damak tadına da çok güvendiğim bir ağabeyimin de tavsiyesi üzerine kararımızı verip Cemo’ya gittik .

1988’den beri faaliyet gösteren lokanta;Selçuklu Nalçatı ve Meram olmak üzere iki şubeden oluşuyor.Biz Nalçatıdaki şubesine gittik.Selçuk’ta okumuş olan arkadaşım olaya hakim olduğundan hemen ortaya etli ekmek ve konya böreği söyledi. Ben ikisini de başarılı buldum. Diğer tüm alternatifleri tatma imkanı bulmadım ama Cemo tatmin edici nitelikte .Bir diğer takdir toplayan etli ekmekçi ise “Havzan etli ekmekçisi” ,ama ona gitmek kısmet olmadı.O da Konya’ya bir dahaki gidişimde...
Konya’ya gidip de kesinlikle uğranılması gereken lokanta neresi denirse;cevabım kesinlikle HACI ŞÜKRÜ olur .1907 yılında kurulan bu tarihi lokanta dillere destan bir kebaba sahip.Kocaman bir tencere içerisinde Konya’nın kendine has kuzularının en güzel yerlerinden yapılan kebap ortalama 5 saate pişiyor .Arkadaşlarımla İstanbul’a dönmeden önce,tatlıyı sona saklarcasına Hacı Şükrü’ye attık kendimizi.

Gittiğimizde giriş katında yer kalmamıştı.Günlerden Pazar ve saatin 12.00 olduğunu düşünürseniz Konya için ne kadar önemli bir lokanta oldğunu anlatabilirim.Üst katında zaten sizi ilk olarak sol taraftaki fırın ve onun başındaki Adem Usta karşılıyor.Tüm çalışanlar son derece misafirperver bir şekilde sizinle ilgileniyor.Aşağıdaki salona yöneliyoruz.İyi ki de üst katta yer yok dedirten,süper el emeği göz nuru cinsinde özenle toplanmış bir müze karşıladı bizi.Müze diyorum çünkü yemek gelene kadarki kısa zaman içerisinde salondaki hangi tarihi eşyaya bakacağınızı şaşrıyorsunuz..

Porsiyonu kendiniz belirliyorsunuz yani ne kadar yiyebileceğinize bağlı.Fırın kebabını anlatabilmek için kelimeler yetmez.Muazzam lezzetli ve ağızda dağılan bir et.Kesinlikle tüm övgüleri hak ediyor.

Bir o kadar da takdir edilmeyi hak eden kendi yapımları olan ayran.Kesinlikle fırın kebabıyla birlikte içmenizi tavsiye ediyorum .Yoğurt ve ayran konusundaki seçiciliğime güvenerek söylüyorum ki çok lezzetli,hatta çıkarken fazladan 2 tane şaşala koydurup aldım yolda giderken içmek için :)
Not : İlk yazımı hazırlamamda bana yardımcı olan ve bundan sonraki yazacağım yazılarımda da Editörlüğümü yapacak olan sevgili adaşım Burak Yıldıracak 'a sonsuz teşekkürler...
0 yorum:
Yorum Gönder